Modern Kölelik ve Sömürü Düzeninin Silahlı Muhafızları

Abone Ol

  Dünya nereye gidiyor sorusunun cevabını bulabilmek için nereden geldiğine bakmak lazım öncelikle.

Dinler tarihi insanlık tarihi kadar eskidir. İnsanlık bir inanç silsilesi içerisinde olmadan yaşayamamıştır. Çok kısa süreli ve sınırlı sayıda insan dışında bir şeylere inanmadan yaşayan topluluklar olmamıştır dünya üzerinde.

İlk insan olan Âdem’den şu an son insan olarak doğan (Bebek) İnsanoğluna kadar, arada gelip geçen milyarlarca âdemoğlu hep bir inanç sisteminin de takipçisi olmuş ya da olmak zorunda bırakılmıştır.

Tek tanrı ve kutsal kitap inancına göre yaratılmışların en şereflisi olan insanoğlu, anonim ya da yazılı tarihe bakıldığında pek de kendisinden beklenen şerefli amellere imza atmamış görünüyor.

İnsanlık tarihi katliamlarla, haksızlıklarla, soykırımlarla, savaşlarla, tecavüzlerle, diri diri gömülenlerin, diri diri yakılanlara acıdığı dönemlerle gelmiş bugünlere. Rusu, Çinlisi, latini, arabı, moğolu, ingilizi , fransızı, italyanı vesaire neredeyse tüm insan ırkları bir şekilde bu cinayet ve katliamların faili olmuşlardır.

Peki şerefli ademoğlu hangi saikle bu kötü fiillere imza atmıştır?

Öncelikle bu sorunun cevabı insanlığın temel ihtiyaçlarının altında gizlidir. Nedir temel ihtiyaçlarımız?

Üremek, Beslenmek, Barınmak, Korunmak, Bir şeylere İnanmak

Peki bu ihtiyaçlarımızı karşılayacak bir dünyaya sahip değil miyiz de sürekli birbirimizi katledip alan açmaya çalışıyoruz?

Eşref-i mahlûkat olan âdemoğlu bu sorunun cevabını hep haklı olma psikolojisi içerisinde verip, katil olmanın verdiği dayanılmaz travmaların içerisinde hapsolmuştur. Bu yüzden de kendi aklının, vicdanının dostu olmak yerine nefsinin, ihtiraslarının kölesi olmayı seçmektedir.

İnsanlık olarak geldiğimiz yer ve yol budur. İşte bu noktadan hareketle gittiğimiz yol da geldiğimizin izdüşümüdür diyebiliriz. Ümitsiz miyiz? Kesinlikle hayır. Bu bir tespittir sadece. İsterseniz uyarı da diyebilirsiniz. Ama görünen köyün kılavuza ihtiyacı olmadığı gibi, bugün etrafımızda yaşanan olayların dün yaşananlardan ve yarın yaşanacak olanlardan da bir farkı olmadığı aşikârdır.

Geçmişte bir makale yazmıştım. Başlığı “ben insan değilim” idi. Dünyada yaşanan onca katliama vicdanım böyle ses vermişti. Tüm bunları yapan insan ise ben insan olmayı reddediyorum demiştim.

Bugün de durum değişmiş değil ve ufukta görünen ışık mı yoksa yarınlarda atılacak nükleer bombaların parıltısı mı ayırt edemiyorum doğrusu?

İnançtan bahsetmemin sebebi, insanlık tarihini, dinler tarihinin bir parçası ve ürünü olarak gördüğümden dolayıdır.

İnsanoğlu fıtratındaki vahşiliği dizginlemek için tanrısal buyruklar altına girmeyi bir çözüm olarak görmüştür. Kısmen bu konuda başarılı da olsa sonuçta görünen o ki; tarihi boyunca ecelinden ölenlerin sayısı diğerlerinin gerisinde kalmaktadır.

Yaşama dürtüsü üremeyi, beslenmeyi, barınmayı, korunmayı zorunlu kılmaktadır. Dünyadaki her mahlûk gibi insan türü de yaşamını, türünü devam ettirmek isteyen kodlara sahiptir. Bu yüzden de olası tehdit, beklenen tehlike gibi sanal düşmanlıklar icat edip bunun üzerinden saldırganlıklar devşirmektedir. Güya korunma içgüdüsü ve yaşama dürtüsü üzerinden başka hayatlara hem de kendi türüne ihanet edercesine katliamlara girişmektedir.

Bugün yaşanan sorunların temelinde de bunlar vardır. İnsanın vahşiliği ve dizginlenemez ihtirasları ve aptallıkları mevcuttur.

Ayırt etmeden söylüyorum. Dünya üzerinde şu an ne kadar katliam varsa, ne kadar adaletsizlik ve zulüm varsa temelinde bu dürtüler vardır.

İnsan türü bu zulüm ve adaletsizliklere sebep ararken genelde dinsel teoriler üzerine çalışmalar yaptığından sebebi de yaradılışa ve kadere dayandırmakta bir sakınca görmemektedir.

Haklı mıdır? Bence değil. Haklı olsaydı bu katliam ve adaletsizlikler hala devam ediyor olmazdı.

Bencil insan, kendinden bi haber cahil insan, asıl sorumlu olandır.

Çok karmaşık bir beden yapısına sahip olarak dünyaya gelen bu tür, kendini bile çözebilme gücüne sahip değildir. Ama yok etmeyi bilmekte ve sevmektedir. Bu işi çözüm olarak algılamaktadır.

Sonuç olarak, dün Amerika kıtasında yerli halka uygulanan, bugün Suriye’de yerli halka uygulanan katliamlar birbirinden farklı değildir. İnsanoğlu gücü elinde bulunduranların zulümleri karşısında, dünya üzerinde bir o yana bir bu yana buğdayın harmanı gibi savrulup durmaktadır. Bu harmana zorunlu göç, arada yitip gidenlere zayiat deniyor.:(

Bugün kendisine “modern” diyen dünyanın bir takım az gelişmiş beyinliler ve benciller tarafından ürettikleri hayat sistemleri ile diğerlerine (kendinden olmayan, kendisini gibi inanmayıp, düşünmeyenler)  yaptıkları baskının adıdır “modern kölelik”. Yaratıcının bir beden içerisine hapsettiği ama ruh ve bedeni birlikte özgür kıldığı bir dünyada tüm özgürlüklerine çeşitli kavramlar arkasına sığınarak pranga vurulmasıdır modern kölelik.

Modern kölelik sisteminin ayakta durmasını sağlayan  çok güçlü silahlı muhafızlar mevcuttur. Onlar sahiplerinin emirlerini harfiyen hatta bazen kraldan çok kralcı olarak uygulayan modern köpeklerdir. Modern kölelerin sürekli baskı ve sömürü altında kalmasını sağlayacak olan, dişleri elmas, pençeleri altın ve kalpleri uranyumdan olan modern köpekler.

İnsanlık yaşamayı hak etmiyor dersek abartmış olmayız sanırım.